Uzun uzun bakıyorum kışın karanlığını taşıyan denize taş duvarların arkasından. O zamanlar belirli bir saat aralığında kurallar ve sıkışmışlıklar arasında biraz da ergen aklıyla taş duvarlar dediğim o bina, gerçek hayata yol aldıktan ve yıllar geçmeye başladıktan sonra vazgeçilmez bir yuva. ’98 yılının soğuk Aralık günleri… Anlamsız buhranların yaşları… O ara kafam neye takılmış bilmem. Her beden eğitimi dersinde sınıfta nöbetçi kalmak peşindeyim. Başarmışım da. Sınıfta tek başıma, sırtım o taş duvarlara dayalı, denize dikiyorum gözlerimi. Elimde bizim neslin çok iyi bildiği şu siyah emektar walkman; kulağımda bir şarkı ki gri denizde bir ışık huzmesi aratıyor gözlerime. Mırıldanmaya başlıyorum kendi kendime boş sınıfta kim duydu duyacak aldırmadan.

Başka türlü bir şey benim istediğim
Ne ağaca benzer ne de buluta
Burası gibi değil gideceğim memleket
Denizi ayrı deniz havası ayrı hava

Hayır, Can Yücel ile ilk tanışmam Kabataş sahilde olmadı. Önceleri hep vardı ama galiba bu şiire en çok anlamı Kabataş kattı. Beraberce denize doğru kahkahalar savurup o kahkahaların oradan geçen bir martıyla gökyüzüne ya da nereden çıkacağını çaktırmayan bir karabatağın derin sularına ulaşacağını umduk. Hiç kimse rahatsız olmadı o kahkahalardan. Hangi denize, hangi gökyüzüne ulaşacağını bulmaya çalışan bu çocuklara hep sonsuz özgürlük kapılarını açtı bu yuva.

Bir başka yolculuk dalından düşmek yere
Yaşadığından uzun
Bir tatlı yolculuk dalından inmek yere
Ağacın yüksekliğince dalın yüksekliğince rüzgarda
Ve bir yeni ömür
Vardığın çimen yeşilliğince

Ve sonra yine müzik odası. Şarkının muhteşem bir flüt solosu var. Yeni Türkü kadar olmasa da denemeye değer.. Kim çalacak? En güzeli çok seslilik. Birimiz olmadan diğerimiz olmaz ki.. Çünkü “ben” değil “biz” öğretildi bu yuvada bizlere hep.

Yıllar sonra elim kaleme gidiyor kulağımda aynı müzikle. Elimdeki kaset zamanında bütün sınıfın ortak çabalarıyla tamir edilmiş olsa da, artık köşesinde uyuyor. O olmasa da o günleri anımsayıp gülümsüyorum. Huzurun ismi o yıllara saklanmış olabilir mi acaba? Sonra yanı başımdaki şarap kadehine giderken elim, Can Yücel’i düşünüyorum. Vasiyetinden rahatsız olanların kırıp döktüğü mezar taşını.. Yok; olmaz böyle hatırlamak diyerek kadehimi ona kaldırıyorum tam da istediği gibi. Sonra “yuvam” geliyor aklıma. Ve yıllar içindeki dönüşümü.. Sırf kokusunu özledik diye sınıfına girdiğimiz için arkadaşımla, her haliyle bizim olan, o sınıftan kovulduğumuz ve daha acısı Kabataş’ta tanışıp evlenen dostların düğün günleri okullarına bir yabancı gibi gizlice girmek zorunda bırakılmaları…

Maalesef bize nasıl mücadele edeceğimiz öğretilmedi. Bu yüzden elimde bir tek kalemim var şu an..

Nerde gördüklerim
Nerde o beklediğim
Rengi başka
Tadı başka

Ayşegül İNAN ‘02

CEVAP YAZIN