Kabataş’ın ilk günleri… Ders Beden Eğitimi. Bağcıklarımı bağlarken arkamdan biri “Voleybol seçmelerine mutlaka gel, tamam mı?” dedi. O zamanlar o kişinin Kabataş’ın efsane hocası Sefer Hoca olduğunu bilmiyordum. “Tamam hocam.” dedim. “Mutlaka geleceğim.”. Seçmelere girdim ve takıma girmeye hak kazandım. Ve Kabataş’taki voleybol maceram böylece başlamış oldu.

 

 

Sonrasında ise o top elimden hiç düşmedi. Durmaksızın voleybol oynuyor olmuştuk. Sabah erken kalkıp salona gidiyor, bazı teneffüslerde, kaçabildiğimiz derslerde, okul çıkışları etüt saati başlayana kadar hep oynuyorduk. Akşamları ve hafta sonları salonun anahtarını alıyor, yatış saati gelene kadar, kollarımız parçalanana kadar oynuyorduk. Güzel havalarda dışarıda paslaşarak topumuzun boğazın serin sularına kaçma riskini dahi alıyorduk.

 

(Eğer ki şanslı günümüzdeysek topumuzu bize geri verebilecek birileri oluyordu.)

 

Hafta sonları erkek yatılı ile ve haftanın bir günü spor salonumuza gelen Beşiktaş Kaymakamı ve arkadaşları ile maç yapıyorduk. Bu günler oynayabilmek için çarşı izinlerimizden biraz erken gelirdik. Günler böyle böyle oldukça güzel geçiyor ve kendimde yeni bir tutkunun oluşmasını keyifle izliyordum.

 

Aynı zamanda antrenmanlar da devam ediyordu. Yavaş yavaş maçlara gitmeye ve sahamızda misafir ağırlamaya başlamıştık. Ben bu maçlara iki yıl boyunca yedek olarak katıldım. Sonrasında yavaş yavaş oyuna girmeye başladım. Takım oyunu kesinlikle başka bir şeydi. Sürekli olarak topu ve takım arkadaşlarımı takip etmek durumundaydım. Elbette hatalar yapıyordum ama Şaziye Hoca beni sürekli cesaretlendirmeye çalışıyordu. Yapacağımı biliyordu. Ben bu bakışı çok iyi tanıyordum çünkü arada spor salonunun üst katından oyunumu izleyen Sefer Hocayı aynı o bakışla yakaladığım oluyordu.

 

 

Ertesi yıl, yani voleyboldaki son yılımda takımın kaptanı olmuştum. Hep beraber çok güzel başarılara imza atıyorduk. Voleybol oynamanın keyfinin yanında takımdaki her kişiyi tanıyıp yüzlerinden duygularını sezebiliyor olmak ayrı bir zevk veriyordu. Gün geliyor takımın motivasyonunun düştüğü zamanları fark edip durumu toparlıyor, gün geliyor hep beraber yenilgimizi kutlamayı öneriyordum. Bu günler güzel, çok güzel günlerdi.

 

 

Kabataş, sporu ve sporcuyu her zaman destekleyen bir lise oldu. İdareciler ve öğretmenler hiç zorluk çıkarmaz, aksine oyunculara her zaman yardımcı olmaya çalışırlardı. Öğretmenlerimizin voleybol takımı dahi vardı. Kardeşlerimizin de desteği hiç eksik olmazdı. Maçlarda salonumuzu tezahüratlar ile inletir, sınıf turnuvalarında adım atılmayacak şekilde salonu doldururlardı. Sanki spor hepimiz için büyük bir keyifti ve sanki o günler herkes çok mutluydu.

 

Şimdilerde yağmurlu havalarda tavanından su akan spor salonunu, ısrarlarımıza dayanamayıp salonun anahtarlarını bize veren Hikmet Dayı’yı, Kaymakamın “ACTION, ACTION!” diye bağıran iş arkadaşlarını, file yerine kullandığımız elektrik telini, her defasında topu çamura bulayan yatakhanenin arka tarafını, topumuzu Galatasaray Üniversitesi’ne kaçıran keşhane duvarını epey özlüyor ve hazırlık yılımızda “Burada günleriniz çok çabuk geçecek.” diyen üst dönemlerin ne kadar haklı olduklarını bir kez daha görüyorum.

 

(Bahsi geçen oyun arkadaşlarım, kardeşlerim Elif ile Gülce’ye ve tabi ki Neşe Hoca, Naim Hoca ve Baki Abimize selam olsun!)

 

 

CEVAP YAZIN