“Zamanımızın sıkıcılığından kurtaracak tarihi hikâyelere her zaman ihtiyacımız var”

Prof. Dr. Murat Gülsoy, 1967 İstanbul doğumlu bir Kabataş mektepli. Çok yönlü bir üretici. Mühendislikten  psikolojiye öykü yazarlığından, radyo yapımcılığına uzanan derinlikli bir dünyanın yaratıcısı kendisi…

1992-2002 yılları arasında  arkadaşları Selçuk Akman ve
Nazlı Ökten ile birlikte “Hayalet Gemi” dergisini çıkardı. Bu dergide öykü ve deneme türünde yazıları yayımlanacaktı.

Kabataş’ın ardından,  Boğaziçi Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği bölümünü bitirdi. Aynı üniversitenin Psikoloji Bölümü’nde “Face-Specific Evoked Brain Potentials”(İnsan yüzlerine ilişkin uyarılmış beyin potansiyelleri) başlıklı tezi ile yüksek lisans derecesi aldı..

İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği Biyomedikal Mühendisliği programında doktora yaptı. Beyin cerrahisinde kullanılacak bir cerrahi lazer sistemi üzerinde tez yazarak doktorasını tamamladı

Murat Gülsoy, üniversitede yalnızca akademik çalışmalar yapmakla kalmıyor; aynı zamanda Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi Genel Yayın Yönetmenliği’ni üstleniyor ve şimdilerde, aynı üniversitenin yeni kurulan Nazım Hikmet Kültür ve Araştırma Merkezi’nin müdürlüğünü yapıyor.

Hayalet Gemi’deki hikâyelerden bir seçme olan ilk kitabı “Oysa Herkes Kendisiyle Meşgul” 1999 yılında yayımlandı. Ertesi yıl Abbie Hoffman’ın 1971 tarihli kitabının ismini (“Steal This Book”) kullanarak “Bu Kitabı Çalın” adlı hikâye kitabını yayımladı ve bu kitap ile 2001 yılı Sait Faik Hikâye Armağanı’nı kazandı.

İlk romanı “Bu Filmin Kötü Adamı Benim” ile 2004 yılı Yunus Nadi Roman Ödülü, “Bu Filmin, “Baba, Oğul ve Kutsal Roman” adlı romanı ile 2013 yılı Notre Dame de Sion Edebiyat Ödülü’ne, “Gölgeler ve Hayaller Şehrinde” romanı ile 2014 yılı Sedat Simavi Edebiyat Ödülü’ne değer görüldü.

Kitapları  değişik dillerde  yayımlanan Murat Gülsoy ağabeyimiz, yapıtlarında gerçekliğin ve zihinsel deneyimlerin aldatıcılığı, rüyalar, ölüm ve aklın sınırları gibi konuları ele alıyor. Üstelik son derece akıcı bir üslupla.

Bizi meftun eden, Gülsoy, “Gölgeler ve Hayaller Şehrinde” ‘de temel olarak Doğu-Batı çatışması arasında kalmış bir gencin kimlik bunalımı üzerinde yoğunlaşıyor. Sahne:  ll. Meşrutiyet  sürecinin çalkantılı toplumsal iklimi.

Roman, kahramanı olan Türk asıllı Fransız gazetecinin -Fuat Chausson’un- 1908 yılında Fransa’da bir sanatoryumda tedavi görmekte olan yakın arkadaşı Alex’e İstanbul’dan gönderdiği mektupların kopyalarını yazdığı defterin 1968’de bir sahafta tarih meraklısı bir avukat tarafından bulunması ve Türkçe’ye çevirmesi ile ortaya çıkmış bir mektup-roman şeklinde kurgulanmış.

Kitap üzerine Cumhuriyet Gazetesi’ne verdiği bir mülakkatta Gülsoy;

“Amacım kadim meselemiz olan Doğu-Batı arasında kalmışlığımız üzerine düşünmekti. Onca Tanpınar, Oğuz Atay ve Orhan Pamuk okumasından sonra bu meseleye girmemem şaşırtıcı olurdu. Doğrusu bu konunun henüz aşılmadığını, yaşadığımız her dönemeçte bu sorunun bir başka veçhesiyle karşı karşıya kaldığımızı söyleyebilirim.

Demokrasi kültürünün yerleşmesi sürecinin de köklerinin Tanzimat’a kadar dayandığı bir sır değil. Son iki yüz yıldır bu topraklarda yaşayan ve daha fazla özgürlük isteyen insanlar bir mücadele veriyor. Bunun bir tarihi var ve tarihi doğru okuduğumuz zaman, 2013’te Gezi Parkı’nda yaşanan muazzam direniş ile 1908’de hürriyet-kardeşlik-eşitlik-adalet diye bayram yapan insanlar arasında bir devamlılık olduğunu görebiliriz.

Bugün halen bir anayasa yapma ya da yapamama, çeşitli vesayet rejimlerinden kurtulma veya kurtulamama gibi meselelerle boğuşuyorsak sebeplerini yakın tarihimizde bulabiliriz.”

diyor.

Fuat’ın kimlik bunalımı, yani kendini ne İstanbul’a ne de Paris’e ait hissetmesi, romanın en önemli temalarından birisi. Belki de kendimizden çok şey bulabileceğimiz bir nirengi noktası…

Türkiye Toplumunu yüzlerce yıldır rahat bırakmayan Doğu-Batı çelişkisi ve arada kalmışlık hissi, kitabı okurken bir alt metin olarak sürekli kafanızın bir köşesinde duruyor. Ayrıca siyasi tarihimizin kendi kendini sık sık tekrar eden karanlık sayfalarla dolu olması, Meşrutiyet döneminde geçen bir romanın bile günümüze göndermeler içermesine imkan sağlıyor.

Keyifli okumalar Kabataşlılar…

 

CEVAP YAZIN