Bugün Kabataş’ı sordum kendime, nedir Kabataş senin için diye.

16 sene geçmiş üzerinden mezuniyetin. Düşündüm. Unutamadığım o kadar çok anı canlandı ki bir anda, tarif edemedim duygularımı. Mutluluk ve gurur diyelim kısaca. Herkesin ekleyeceği bir şeyler vardır elbet Kabataş denilince. Döksem duygularımı kağıda, ne yazarım diye düşünürken başladım yazmaya…

Biz saraylıyız ama bizim sarayımız Kabataş Erkek Lisesi.

Saray havası solumuş, yeri gelmiş gecelerini sarayın sıcak ve yüksek tavanlı odalarında geçirmişliğimiz var. Gecenin uykusuzluğunda boğazın eşsiz manzarasına karşı seyre dalmışlığımız oldu. Boğazın getirdiği serin havanın ruhumuzu okşadığı, yıldızlarının bizi selamladığı uykusuz gecelerimiz oldu. Sabahın ilk güneşi bizim yüzümüze vurdu, tarihin bugüne taşıdığı o küflü koku ilk bizim ciğerlerimize doldu.

Düşündüm. O yüksek kapılardan kaç kişi geçmiştir bizden önce? Kimler arşınlamak istemiştir o koridorları bizi her gördüğünde? Geçmişten bugüne kimler tarihin basamaklarını bir bir aşmıştır bizim gibi? Acaba hangi yazarı, şairi, yönetmeni, devlet adamı veya sanatçısı benim gibi aynı şeyleri düşünmüştür bir uçtan bir uca harcarken her metresini? Kimler Asya kıtasına karşı aynı yerde aynı duygularla sevdiğine açmıştır yüreğini?

Kalın duvarların ardında kendimizi güvende hissettiğimiz, kafayı çevirdiğimizde mavilikleri gördüğümüz günlerdi.

Sordum. Depresyonlu günlerimin vazgeçilmez noktası değil miydi sahili, sınıfının ufuk çizgisini gören köşesi ya da arkamda dağ gibi duran binanın gölgesi?

Hatırladım. Devletler arası hukukun işlediği yerdeydik biz. Silahsızlanmanın kanun olduğu bölgedeydik. Başkaları, sırasında oturup dersi dinlemek için kendini zorlarken, biz, bir savaş gemisinin boğazı geçişinde ders yapamayıp, sahile çıkıp bu tarihi ana şahit olunan noktadaydık.

Unutmadım. Bir kış vaktiydi. Lapa lapa yağan kar yağışı ile İstanbullular ertesi güne karşı uyarılmıştı. Sabahın ilk ışıklarıyla farkettim ki benim için gelişi müjdelenen kardan eser yoktu. Okula ulaştık. Çırağan Caddesi’nden kemerli kapının önüne geldiğimizde gözlerimiz kamaştı, kafamızı yerden kaldıramadık, gözlerimizi dikemedik ufka doğru. Anadolu Yakası bembeyaz olmuştu.  Adeta kupkuru kalan Avrupa Kıtası’na nazire edercesine üstüne gelen ışığı bize yansıtıyordu ya da yüzümüzü aydınlatıyordu, bilemedim. Kaç kişiye nasip olmuştur bu manzara?

Gülümsedim. Kışın sert hava koşullarında sahile paralel yürümenin ne kadar zor olduğunu en iyi biz bilirdik. Havanın bizi sahil kenarında oturmaya teşvik ettiği bir günde, beklenmeyen bir anda baştan aşağı ıslandığı bir anı olmayan var mı?

Hüzünlendim. Okul binası içinde gizli geçit gibi merdivenler vardı. Buraları her kullandığımda ve yolun sonunda okulun koridorlarına kurulu müzesine ulaştığımda, kendimi zamanda yolculuk yapmış gibi hissederdim.

Şimdi soruyorum, gözlerimi açıp sen varmış gibi karşımda: Şu anda sana “ben Kabataş mezunuyum” dediğinde birisi, mutlu hissediyor musun kendini? Tarifi zor olan duygu karmaşasında yaşamıyor musun o anı?

İşte bu duygularla Kabataş’ı anarken ben, hatırlarken, mezunu olduğum okulumu yönetmek için atananların kendisini atayanlara hizmet ve minnet anlayışı içerisinde, Kabataş Kültürü’nden yoksun idareciliğinin kaçınılmaz neticesi ile hareket ederek; kendi mezunlarını, aslında Kabataş’ın laik ve aydınlanmacı eğitiminin bir getirisi ile ortaya çıkan, eleştiren, sorgulayan ve araştıran görüş ve düşüncelerinden ötürü; kendi okulundan, atananlara değil mezun olanlara ait olan Kabataş’tan, uzaklaştırmalarına şahit olmuşken ve bizzat bunu yaşamışken hissettiklerim ise bambaşkadır… Sarsıcı, kabullenmesi zor, unutması imkansız. Okulun yıllar içerisinde geçirmiş olduğu değişimi ise rahatsız edici. Bu değişime direnmeyenlerin ve hatta destekleyenlerin var oluşu da içler acısı…

Her ne kadar, biz okulumuzu herkesin gözünde yüceltmeye çalışırken bizim gözümüzdeki Kabataş’ı sıradanlaştırma çalışmaları bizleri rahatsız etse de anlıyorum ki tüm bu yaşananlar daha güçlü kılıyor Kabataşlıların arasındaki bağı, bir arada tutuyor her mezununu ve öğrencisini; hatta “Başka bir Kabataş mümkün” dedirtiyor hiç kimseye bağlı ve ait olmadan  konu Kabataş olunca. Umutların tekrar yeşerdiği, yüzlerin hep güldüğü ortamlar oluşuyor yapılması ötelenen ve engellenenler bir bir gerçekleşince.

Kabataş’ı sormak istiyorum yarın yine kendime. Vereceğim cevap hiç değişmesin ve aynı kalsın hissettiklerim.

Mutluluk ve gurur…

Erkan Kutlu ’02

CEVAP YAZIN