Bir Pazar günü. Tarih, 5 Şubat 2017. Kabataşlı Fehmi Akgün ile buluşacağız. Bir ağabeyimizin yaşam tecrübelerini dinleyeceğiz. Çok şey öğreneceğimizi biliyoruz. Fakat, sohbetten alacağımız keyfin derecesini tahmin edememişiz. 4.5 saate varan sohbet, Fehmi Ağabey’in anlatımındaki hikaye tadı ve heyecan ile mümkün olabiliyor.

Önce, Ortaköy’deki Gaziosmanpaşa Ortaokulu’nu bitirir ve ardından 1953’te Kabataş Erkek Lisesi’nden  okul üçüncüsü olarak mezun olur Fehmi Ağabey. O yılın okul birincisi A. Haluk Dedehayır imiş. Mülkiye’de okumak istemişler ama olmamış. 150 kişi alıyormuş Mülkiye o zamanlar. Mülkiye’ye neden giremediklerini kendileri de anlamamışlar. Mülkiye olmayınca, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne kayıt olmuş Fehmi Akgün. Hukuk okumuş ama hayatında hukuk ile ilgili hiçbir iş yapmamış.

Kabataş’ta okuduğu yıllarda müzik hocası İsmail Üser. Fehmi Ağabey’in müziğe büyük merakı var. Gaziosmanpaşa’da okuduğu yıllarda, babası bir akordiyon alıyor kendisine. Özel ders de aldırıyor. Okulda fizik, kimya, matematik, edebiyat, tarih, v.s. okurken, müzik giderek derinleşerek yer ediniyor hayatında. Kabataş’a başladığında, ağız mızıkası ekleniyor akordiyon çalışmalarına. Kromatik armonika çalmaya başlıyor. İçindeki müzik merakı, doğal olarak müzik hocası İsmail Üser ile yakınlaşmasına neden oluyor.

Kabataş’taki müzik derslerini ve o yıllarda müzik ile nasıl haşır neşir olduğunu anlatırken yaşadığı keyfin havasına biz de kapılıyoruz Fehmi Ağabey’in. Lise yılları, yoğun bir müzik çalışmaları havasında geçiyor. Süheyl Denizci ile beraber müzik çalışmaları yapıyorlar okulda. Süheyl Denizci’nin yanlış notalara basınca kendisini sık sık uyardığını ve yaptıkları çalışmaların müthiş bir disiplin içinde geçtiğini hatırlıyor Fehmi Ağabey. Daha, sonra, uzun yıllar TRT’de beraber çalışacakları yılların temelleri 1950’lerin başlarında atılmış oluyor.

Fehmi Akgün, okul yıllarındaki tüm arkadaşlarını sadece isim ve soyadları değil, okul numaralarıyla da hatırlıyor. Demir Özlü (öykü ve roman yazarı), Erdoğan Gürkan, Hidayet Sözen, Ruşen Dora, Teoman Evren yakın arkadaşları. Edebiyat hocaları Behçet Necatigil. Dersi kaynatmaya çalışıyorlar zaman zaman. Fakat, karşılarında Türkiye’nin ünlü bir edebiyatçısı var. Akıllı bir metot bulmalılar ki, ders rahatça kaynatılabilsin. Behçet Necatigil’in çevirisiyle Türkçe’ye kazandırılmış Malte Lauridis Brigge’nin Notları adlı eseri seçiyorlar. “Hocam, Rilke okuyalım” diyorlar. Eseri, sınıfın en iyi okuyanı Özcan Bulut. Behçet Necatigil’i bir şekilde dersi kaynattırabilecek kıvama getiriyorlar. Özcan Bulut’a da “haydi Özcan çık” diyorlar ve Behçet Necatigil çevirisiyle Rilke’nin Malte Lauridis Brigge’nin Notları adlı nesir formatındaki eseri okunuyor sınıfta. Fehmi Ağabey’in anlatımını dinlerken, bizler de “ders kaynatmak için Rilke okuyan bir sınıf” diyerek gülüşüyoruz.

    (Fehmi Akgün’53 Arsivi’nden: 1950’li yılların başı;

Ayaktakiler Soldan Sağa: Ruşen Dora, Erdinç Özkan, Mete Ersoy (Sonradan Laleli’deki Büyük Ersoy Laboratuvarı’nın sahibi ve doktoru.)
Ortada: Küçük Erdoğan, Fehmi Akgün, Özcan Bulut,
Yerde Uzanan: Erdoğan Gemicioğlu. (Şehir Tiyatroları’ndan emekli aktör.)

Tarih dersi için unutulmaz bir sözlü bitirme sınavı ile mezun oluyor Kabataş’tan. Karşısında, efsane olmuş 2 hoca var: Aziz Taner (Kürt Aziz) ve bir 10 Kasım günü Atatürk anılırken heyecanlanıp hayatını kaybeden ve İstiklal Madalyası’nı okula armağan eden Kuvay-i Milliyeci Galip Vardar. Bu sözlü sınavı unutamıyor Fehmi Ağabey.

Kabataş bitince, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi başlıyor. İkinci sınıftayken, 1955’te babasını kaybediyor Fehmi Ağabey. Annesine ve kardeşlerine bakmak zorunda kalıyor. Zor şartlara rağmen, fakülte bitiyor. Fakat, bakıyor ki hayat müzikle de idame ettirilebiliyor, müzikle devam devam ediyor hayata.

1950’ler ve 60’larda, İstanbul’da, Sıraselviler’de Normandiya adında bir kulüp revaçtadır. Bu mekanın adı, daha sonra Kulüp 12 olur. Fehmi Ağabey, bir dönem müzik yapar burada. Akordiyon ve mızıka ile başlayan müzik, kendisini tangoya sürükleyececektir.

Tango, öyle bir noktaya ulaşır ki Fehmi Ağabey’in hayatında, 1976’da İspanyolca dersler almaya başlar. Gittiği kursta, herkesin eş durumundan ya da bir aile bağından dolayı İspanyolca öğrenme merakı vardır. Fakat, Fehmi Ağabey tango için İspanyolca öğrendiğini söyleyince herkes önce bir şaşkınlıkla gülümser. 5 yılda öğrenir İspanyolca’yı. 1980’lerde, İspanyolca olarak tango üzerine konferanslar verecek hale gelir.

Tango ile tanışıklığında Orhan Avşar’ın rolü vardır. Orhan Avşar, 1974 yılında, bir trafik kazasında yaşamını yitirir. Fehmi Ağabey, her yıl ölüm yıl dönümünde bir grup tango meraklısı müzisyen ile kendisini halen andıklarını söylüyor.

Orhan Avşar, 1950’lerin ortalarına doğru Arjantin’den Türkiye’ye geliyor. Arjantin’de yaşadığı yıllarda edindiği Arjantin tangosu bilgisi ile, o yıllara kadar Türkiye’de bilinen tangonun havasını değiştiriyor. Başka bir tango ile tanışıyor Türkiye. Fehmi Ağabey de bu yeni tangoyu öğreniyor Orhan Avşar’dan. Kendisi, akordiyon için en uygun müzik türlerinin polka, vals ve tango olduğunu anlatıyor. Bu durumda, tangonun da kendisine son derece ilgi çekici geldiğini söylüyor.

Arjantin, Latin Amerika’nın Avrupa’sı. Fakat, insanlarının yaşam tarzı, hayata bakış açısı Türk insanınınkine çok benziyor. Neredeyse, sadece din farklılığı var. Fakat, bir tanıma göre Arjantinliler şu şekilde ifade ediliyor: İspanyolca konuşan, kendisini İngiliz sanan İtalyanlar.

Tangonun bir başka bacağı da Uruguay’da. Bölge, farklı tarzlarla yaşatıyor tangoyu. Fakat, İtalyanlar bir hayli domine ediyor tangoyu ve adeta İtalyan tangosu diye bir tür doğuyor. Örneğin, tangonun en bilinen isimlerinden dünyada büyük üne sahip Astor Piazzola bir İtalyan.( LOS PARAGUAYOS ile )

Arjantin tangosu, hayatın ta kendisini anlatıyor. Acılar ve gerçekler var müziğin sosyolojik alt yapısında. Bu noktayı yakalayınca, hemen aklımıza şu soru geliyor: Tango, flamenko, caz, arabesk gibi müzik türlerinin hepsi hayatın ta kendisini anlatıyor. Sosyolojik temelde, hepsinde trafik ışıklarında duran arabaların camlarını temizlemeye çalışan çocuklar, parasızlıktan doktora gidemediği için ölen insanlar, tutunacak dalı olmadığı için acı çeken kadınlar var. Fakat, tango, flamenko, caz dünyanın en güzel konser salonlarında rağbet görüyor ama arabesk türünün kendisine yakın duran Ortadoğu’da dahi benzer bir popülaritesi yok. Neden? Fehmi Ağabey, çok sesliliğe bağlıyor konuyu. Tangoda, flamenkoda, cazda farklı müzik aletleri farklı notalara basıyorlar ve müzik zenginleşiyor. Oysa, arabeskte her alet aynı notaları çalıyor. Çok seslilikten uzak ve dolayısıyla, diğer sosyolojik temelde benzeşen müzik türlerine göre renksiz kalıyor.

Yıllar Boyunca Tango 1865-1993. Bir kitap. Yazarı, Fehmi Akgün. Maalesef baskısı yok bugün. Fakat, “ben size temin edeceğim” diyor Fehmi Ağabey. Arjantin kültür ateşesi oluyor Fehmi Akgün. Zaman zaman Arjantinli milletvekilleri geliyor Türkiye’ye. Bir keresinde, eski cumhurbaşkanı Carlos Menem (El Turco) de geliyor. Fehmi Ağabey, her davette protokol masasında. Arjantin’e defalarca davet alıyor. Her gelen yetkili, tüm masraflar karşılanmak suretiyle kendisinin Arjantin’de ağarlanacağını söylüyor. Hepsi boş çıkıyor. Ne de olsa, dini farklı Türkler Arjantinliler. Fehmi Ağabey, sonunda kendi masraflarını kendisi karşılayarak gidiyor Arjantin’e 2001’de.

Tango ile 2013 yılına kadar TRT’de tam 31 yıl program yapımcılığı yapıyor Fehmi Ağabey. Tango macerası, Küba ve İspanya büyükelçilikklerinin de tüm davetlerinde protokol masalarına davet edilmesini sağlıyor Fehmi Ağabey’in. Hatta, İspanya’nın fahri büyükelçiliğini de yapıyor bir ara.

Kabataş Erkek Lisesi, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi derken, yaşam tangoya götürüyor Fehmi Akgün’ü. Dolu dolu bir hayat. Dolu dolu müzik. Türkiye’den Arjantin’e uzanan dolu dolu bir sanat macerası. Özdemir Asaf, Hasan Pulur, Hilmi Yavuz gibi Kabataşlılar ile geçen yıllar.

Biz de dolu dolu bir Pazar gününü yaşama şansını elde ediyoruz Fehmi Ağabey ile. Yakın tarihi, Türkiye’yi, dünyayı canlı tanıklarından dinlemek, öğrenmek, dersler çıkarmak o kadar önemli ve büyük bir tecrübe ki, Fehmi Ağabey gibi insanları dinleyince bunların hepsini ruhunda hissediyor insan.

CEVAP YAZIN